''ZİLAN, VAHŞETİ VE KATLİAMI.!''
''Türk ordusu zilan'da yangın bombasını kullanarak, büyük katliam yapmıştır.!''
Türk ordusunun Dersim de ve ülkenin bir çok yerinde katliamlar yaparken, bundan 80 yıl önce Zilan da da kitle imha silahlarını kullanarak 30 bin kürt insanı katletmiştir. Bu yöntemi son yıllarda PKK gerillalarına karşı işlediği savaş ve insanlık suçlarıyla bombalar yağdırmış ve bombaların düştüğü yere, geralla ve sivil halkı kömürleştirmiştir.
Uçaklar sonra direnişçileri geçip Kürt köylerine yöneliyorlardı. Köylere ateş yağdırıyorlardı. O günleri yaşayan mele Ahmet yıldız: ‘’Gök kızıldı ve bulutlar ağlıyordu. Gözyaşları ise alev alevdi.” Diyordu… Bu mahşerden her canlı nasibini alıyordu. Kürtler koyun kılığına bürünüyorlar’’ diye koyun sürüleri bombalanıyordu. Ortasına bomba düşen koyun önce göğe savruluyor; sonra da yere düşüyordu.
27 KÖY BOMBALANDI
Ankara, binlerce kişilik bir orduyu Zilan’a gönderdi. Askerler Yekmal ve Arnês iskelelerinden Zilan’a ayak bastıklarında, Erciş Tayyare Taburu’ndan kalkan uçakların attıkları bombaların gümbürtüleri duyuluyordu. Patnos, Muradiye ve çaldıran sahalarında da 26 köy havadan bombalandı. Zilan’da toplam 80’e yakın köy yakılıp yıkıldı. Zilan vadisinin bütün giriş ve çıkışları tutuldu. Tenkil dedikleri katliamın boyutları korkunçtu. Milisler bölgeyi avuçlarının içi gibi biliyorlardı, bölgedeki herkesi tanıyorlardı. İlk etapta 1000’den fazla Kürt direnişçi öldürüldü. Temmuzdu, bazı Kürt köyleri yaylalara çıkmışlardı bazı Kürt köyleri ise sırtlarını dağlara dayamış, bekliyorlardı. Temmuzun eritici sıcağından alçak damlardaki kil, balçığa dönüşmüştü. Çakırbeg’de dama çıkmış, ayakları yarısına kadar kil balçığına batmış,
Şimdi yaklaşık 95 yaşında Hacı Şebab Kandemir o günleri:‘’15 binden fazla kadın, çocuk ve yaşlı birbirlerine bağlanarak mitralyöz ateşine tutuldular. Hamile kadınların karınlarındaki çocuklar süngülendi. Ekinler yakıldı, su kuyularına beton döküldü’’ diyerek anlatıyor.
Hacı Şebab Kandemir o günlerde daha çocuktu: “Köyün yanı başındaki ormana sığındık. Kurtulduğumuzu, her şeyin bittiğini sanmıştık ama yanılmıştık her şey yeni başlamıştı.”
Zilan’da tek bir canlı sağ bırakılmayacaktı. Onun için yaylalara çıkmış Kürtler, ‘nüfus sayımı yapılacak’ diye geri çağrılıyordu. Geri dönen Kürtler kurşunlanıyordu. Hala hayatta olan Cergeşin köyünden Übeyit Fidan: “Biz yayladan inerken (Komir köyü civarında) askerler bize kurşun yağdırdılar, güzergâhımız derin bir vadi olduğu için kurşunlar bize kadar ulaşamıyordu. Fakat Nazê‘nin oğlu Salih vuruldu. Salih öldü. 4 yaşlarında falandı. Koşamıyordu ya Nazê onu sırtına almıştı. Nazê’nin sırtında vuruldu. Salih öldü. Bırakıp kaçtık.”
Nazê 87 yaşında sürgünde öldü… Öldüğünde bile hala Salih’i unutmamıştı. Hesenevdal, Adaxeybê, Mılk, Newala Fedê, newala Kuştiya, Newala Bebo, Çakırbeg isimleri toplu katliamların yapıldığı derin vadilerin isimleridir artık. Onlarca köyün ahalisi bu vadilere toplanıyordu, beklemelerini söyleyip hemen yamaçlara çıkıyordu askerler ve mitralyözler ateşleniyordu.
O günlerde daha çocuk olan ve aldığı süngü darbesini hayatı boyunca taşıyan Heci Heyder Özer katliamdan sağ kurtulanlardan biriydi: ‘’Hepimiz oturduk. Bir kaç kız çocuğu beştaş oynuyorlardı, bazı çocuklar da mendil oyunu oynuyorlardı, hepsi de şen şakraktı. Tepelere xefif makineleri (mitralyöz) kurdular, yönlerini bize çevirdiler… İnsanların kafatasları vücutlarından kopup havaya uçuyorlardı, sonrada yağmur gibi gökyüzünden üzerimize et parçaları düşüyordu. Çığlıklar kesildikten sonra mitralyözler de durdu. Asker dağa vurup gitti” diyordu.
Katliamdan sağ kurtulan diğer bir tanık ise Reşit Akmaz’dı: “800, belki de 1000’den fazlaydık. Bizi teker teker tahta köprünün üzerinden karşıya geçirdiler. Hiç unutmam, 10 yaşlarında bir erkek çocuk oynaya oynaya güle güle yanımızda yürüyordu. Adaxeybê vadisine geldiğimizde, Birden bir ses yükseldi: ‘Ateş serbest!’diye. Yağmur gibi üzerimize mermi yağdı. Çığlıklar, Allahu ekberler, Kelime-i Şehaddetler, ağlamalar, inlemeler, bebek sesleri, çocuk ağlamaları birbirine karıştı.”
MİLİS ZULMÜ
Bütün bu katliamlara milisler de bizzat iştirak etmişlerdi, Milis süvari kumandanı Süleyman Bey (Erdinç) ve kravatlı, boynunda dürbünüyle Ağabey lakaplı idris (Erdinç), parlak çizmeleriyle Sidîqê Heso ile Feto. Askerlerle birlikte katliamı gerçekleştirdikten sonra milisler, köylülerin bütün mallarına el koyuyorlardı. Bütün aşiretleri yakından tanıyorlardı. Aileleri ve aralarındaki bağları ayrıntılı bir şekilde Derviş Bey ile İbrahim Bey’e anlatıyorlardı. Sağ kurtulanlara musallat olmuşlardı. Arkalarında yine çoğunluğu Ercişli Türkmenlerden oluşan bir milis ordusu vardı: İdris (Erdinç), Süleyman (Erdinç), Sidîqê Heso, Feto, Seydkili Şerifê Telal, Eliyê Evdi (çêloyi), Helîm Xoce (Helîm çelebi), Şeyh Taho (Şêx Tahir), Memê Hemze, Cindo, Refo (Nalbantoğlu), Mehmet Turan, Şewketê Wani (Vanlı şevket efendi), Muştak Efendi (Çavuşoğullarının Dedeleri), Abdullah Efendi, Hacı Ali (Albayrak), Ali Ağa (nazlı), Dahar Ağa (Xerginli), Purulli Mecit Efendi (Gazioğlu), Fırıncı Mevlüt (Hançer),Zortullu Murat Bey, Kasap Şerif Ağa (Bakak), muhtar Mevlüt Efendi (Aydın), Paketçi Şevket (Ceylan), Saracın Recep (Saraçoğlu), İmam Mehmet Efendi (Sancak),
Ömer Ağa (Kasımbağlı) ve adlarını sıralasak sayfaları dolduracak olan Xergin, Pülur, Pülumark, Yekmal ve Erciş yerli Türkmenleri…
TECAVÜZE UĞRAYAN, YAKILAN CENAZELER
Zilan’dan getirilen esirler, gündüz şehir camisine kapatılırdı. Akşam oldu mu Örene, Heyderbeg, Êrşat yolu kenarında kurşuna dizilirlerdi. Yeni bir yer bulundu. Aşê Davuda… Mevsim yazdır. Erciş de yemyeşildir.
Xerginli Misto Van Gölü’nün masmavi sahilinden baktığında iki rengin uyumsuzluğunu çok iyi görebiliyormuş. Çocukmuş. Aklında kalan tek şey de bu olmuş. Heci Şebab Kandemir de o günlerde daha çocukmuş, ceset gördükçe annesi gözlerini kapatmış: “Seyid camisinden Êrşat mezarlığına kadar yolun her iki tarafı kurşuna dizilmiş insan cesetleriyle doluydu. Yazın başlarıydı. Kanları toprağın üzerinde simsiyah bir tabaka oluşturmuştu; annem yine gözlerimi kapattı. Korkmamam için… Erciş’in büyük camisi (Kara Yusuf Cami) var ya işte orasını cezaevi olarak kullanıyorlardı. Askerler Gelîyê Zilan’daki insanları gündüz getirip bu camiye kapatıyorlardı. Akşam olunca da götürüp öldürüyorlardı. Aşê Davuda’da ve Aşê keşiş’e götürüp öldürüyorlardı. Heyderbeg (Haydarbey) yolu üzerinde öldürüyorlardı. Örene (Wêrane) yolu üzerinde öldürüyorlardı. Yekmal yolu üzerinde öldürüyorlardı. Bu şekilde abartısız günde 200 kişiyi öldürüyorlardı. Esir kafileleri Erciş’e getirildiği zaman benle ailem de içndeydik. Êrşat köyüne geldiğimizde bazı evler yakılmıştı. Hala yanıyorlardı.işte bu ateşin içine cesetleri atıyordu askerler.cenazeleri yakıyorlardı.”
Diğer bir tanık ise mele Ahmet Yıldızdı: ‘’Aşê Davuda ceset doluydu, Ağustos sıcağında cesetler şişmiş, kokuyordu. Askerler, genç kız ve kadınların cesetlerine tecavüz ediyorlardı: “Aşê Davuda (Davutlar değirmeni), Erciş kız yatılı ilköğretim bölge okulunun bulunduğu yerdir, Van –Erciş yolu üzerinde bulunuyor ya. En büyük toplu katliamlardan bir de orda yapıldı. ben o zamanlarda. Askerlere erzak taşırdım. Birkaç defa Aşê Davuda’da kamp kurmuş olan askerlere erzak götürdüm; kendi gözlerimle gördüm. Cenazeleri üstü üste kule şeklinde yığmışlardı. Hiç unutmam, askerler cenazelerin arasına girip güzel kadın ve kızların cesetlerine tecavüz ediyorlardı.”
Belli kaynaklar sonucundan ulaştığımız bilgilerdir..Gerçek yaşanmışlıklar ve gerçek öykülerden uyarlanmıştır. Bir çok kaynakta ulaşılacağı gerçeklerdir. Bu zulüm ve vahşet yeni olmadığı gibi, sonda olmayacaktır. İnsanı dehşette düşüren bu katliamlar, insanı insan olmaktan çıkaran en büyük facialara da yol açıyordu.
Hiç bir dil ve kelam bu vahşeti tanımlamaya yetmiyor ne yazık ki.!
İpek Bayrak.
13.07.2015